Kabul…
ABD, geçiş döneminde ve belirsizlikler hâkim.
Rusya, Ukrayna savaşı nedeniyle yıpranmış olmanın yanında ABD-Avrupa bloku ile örtülü çatışmanın içinde.
İran derseniz, İsrail-ABD kuşatması altında bunalmış vaziyette, üstelik paramiliter vekil güçleri de ağır yaralı.
Çin’in, sessiz ve derinden giderek, ucuz iş gücü sunduğu ülkelerin teknolojik kabiliyetlerinden istifade ederek durdurulamaz bir güce dönüştüğü gerçek. Ama Pekin de rahat değil. Çin Denizi’ndeki ABD baskısı, Tayvan krizi, gümrük vergileri ile tehdit onları da huzursuz etmekte!
Ve dün bu ülkelerden Rusya, İran ve Çin, Esad rejimine koşulsuz destek sözü verdi. ABD (ve İngiltere) ise bugünkü gelişmelerden, kalıcı çözümden uzak duran Esad rejimini sorumlu tuttu. Fakat ABD’nin yerel silahlı unsur olarak kullandığı terörist YPG/ PYD problemi de ortada!
Güncel tablo karşısında Türkiye’nin duruşunu doğru teşhis etmek ve yol haritasını iyi okumak zorundayız. Bakıldığında, Esad’ın hamisi Rusya ve İran’ın, Şam’daki rejimi mutlak ayakta tutacak takati giderek kesilmekte. Ancak bu gerçeklik bile Türkiye Cumhuriyeti’ni “Şark kurnazlığına yöneltmez!” Yani Türkiye, kısa vadeli hareketlenmelere bakarak ne vardığı mutabakatları göz ardı eder ne de bölgesel ve küresel dengeler bakımından geliştirmekte olduğu yenilikçi ilişkileri bir kalemde silip atar!
***
İran Dışişleri Bakanı Arakçi’nin, Şam-Ankara-Moskova eksenindeki görüşme trafiğini baz alarak devam edecek olursak…
İran, sahadaki denge değişimini ABDİsrail kurgusuna bağlamakta, perde arkasında ise Türkiye’yi hedef almaktan kaçınmamakta. Bir bakıma, uzun hazırlık gerektiren faaliyetleri Ankara’nın engellemediğini öne sürmekte! Bakınız! Heyetu Tahriru’ş Şam (HTŞ/Şam Kurtuluş Heyeti) Türkiye tarafından terör örgütü kabul ediliyor. Sadece bu nedenle bile Türkiye’nin, HTŞ ile organik ilişki içinde olduğunu iddia etmek, kaba bir suçlamadan ibaret kalır! Buna karşın, Rusya ile varılan uzlaşma gereği İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi‘nde, HTŞ ve benzeri unsurların silahtan arındırılması veya dönüştürülmesi (!) Türkiye’nin de elini taşın altına uzatmasını gerektirmekte. Ki Ankara bu konuda geçmişte önemli ölçüde çaba da sarf etti. Hatta öyle ki Başkan Trump’ın Suriye Özel Temsilcisi J. Jeffrey bile geçmişte HTŞ için “Benzer örgütlerle bağını kesmeye, Suriye’deki sistemin bir parçası olmaya çalışıyor!” demişti.
Tabii İdlib deyince Tel Rifat bağlamında Rusya’nın altına imza attığı metni de hatırlamak ve YPG’yi bölgeden çıkarmadığını da not etmek gerekiyor. Bu tarz bir yükümlülüğün ABD için de geçerli olduğunu, YPG’li teröristleri Türkiye sınırından çekme, ağır silahlardan arındırma sözünü tutmadığını da unutmamak lâzım!
***
Türkiye için…
Suriye’den yönelecek terör tehdidinin etkisizleştirilmesi, Suriye’nin kuzeyinin terör örgütlerinden temizlenmesi, yeni bir göç dalgasının önlenmesi, bu ülkenin toprak bütünlüğünün korunması, kapsayıcı bir anayasa yapılması, adil ve şeffaf seçimlerin tamamlanması, Suriyeli sığınmacıların güvenli, gönüllü ve onurlu biçimde vatanlarına dönmesi mutlak ve taviz verilemeyecek öncelikler. Nitekim İranlı mevkîdaşı ile düzenlediği basın toplantısında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan‘ın, “Türkiye istikrarsızlık ortamından istifade etmeye çalışan terör örgütlerine asla ve asla geçit vermeyecektir. Ulusal güvenliğimize ve halkımıza yönelen her türlü tehdidi, bulunduğu yerde yok edeceğiz” sözünü de bu öncelikler bağlamında düşünmek gerek!
Elbette, Suriye Milli Ordusu’nun, Tel Rifat’ı terör örgütü YPG’nin elinden almasını, Türkiye’nin milli güvenliği üzerinden değerlendirmek mümkün olduğu gibi Suriye’nin asli sahiplerinin kendi topraklarını kontrol etmesi ve bölücü terör örgütüne karşı çıkması olarak yorumlamak da mümkün. Bu yönüyle, bölgede teröristan kurma planının şah damlarına neşter vurma hamlesinin Ankara’nın genel stratejisi ile uyumlu olduğu bir gerçek. Gel gör ki… HTŞ’nin mevcut yapısı ile Ankara’dan destek bulması söz konusu olamayacağı gibi yaratabileceği komplikasyonlar da az değil!